Munzam Zarar Nedir?
- Özlem Uzun Akdoğan
- 25 Nis
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 5 gün önce

Munzam zarar alacaklının temerrüt faizi ile karşılanmayan zararını ifade etmektedir. Kısaca aşkın zarar anlamına gelmektedir.
Para borçlarında borçlunun temerrüdünün bir sonucu niteliğindeki munzam zarar Türk Borçlar Kanununda düzenlenmektedir.
Türk Borçlar Kanunun 122. Maddesi uyarınca, borçlu hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe aşkın zarara katlanmakla yükümlüdür. Kanun maddesinde belirtildiği üzere, borçludan tazmini istenebilecek munzam zarar, para borcunun zamanında ifa edilmemesinden kaynaklanan ve temerrüt faizi ile karşılanamayan eksilme şeklinde ortaya çıkar.
Munzam zarar, alacaklının alacağına kavuşmasını haksız olarak geciktiren borçlunun temerrüt faizi ile karşılanamayan kısmına ilişkin katlandığı zarardır.
Alacaklının para borcunun zamanında ödenmemesi sebebiyle temerrüt faizini aşan zararın oluşması halinde munzam zarar talepli dava açılabilecektir. Ancak burada munzam zarar talep edilebilmesi için bazı şartların varlığı aranmaktadır.
Munzam Zarar Talebinin Şartları
Kusur
Munzam zararın, asıl alacak ve temerrüt faizi yanında talep edilebilmesinin koşulu öncelikle borçlunun hiçbir kusurunun bulunmamasıdır. Borcun ödenmemesi haksız olarak geciktirilmiş olmalıdır.
Para Borcu Bulunması
Munzam zarar talep edilebilmesi için bir para borcu bulunması gerekmektedir. Başkaca borçlar bakımından munzam zarar talep edilemez.
Zararın Temerrüt Faizi İle Karşılanmaması
İkinci olarak zarar, temerrüt faizi ile karşılanmamış olmalıdır. Borçlu asıl alacağın yanında temerrüt faizine de katlanmak zorundadır. Munzam zarar, bu faiz oranını aşan tutarlar için geçerlidir.
Borçlunun Temerrüdü
Borçlunun borcu zamanında ifa etmemiş olması gerekmektedir. Borçlu hakkında yapılan icra takip tarihinde veya dava tarihinde borçlu temerrüde düşürülmüş olacaktır.
İlliyet Bağı
Üçüncü olarak illiyet bağı aranır. Mahkemece munzam zarar talepli davalarda zarar ile borçlunun geç ifası arasında illiyet bağının ispatlanması koşulu aranmaktadır.
Munzam Zarar Hesaplaması Nasıl Yapılır?
Yargıtay içtihatları uyarınca “munzam zarar hesaplamalarında, yıllık enflasyon artış oranı, bu oranın eşya fiyatlarına yansıma durumu, mevduat ve Devlet tahvillerine verilen faiz oranları, Türk Lirası karşısında döviz kurlarına ilişkin değişiklik listeleri davacıdan istenmek, gerektiğinde bunları ilgili resmi kurum veya kuruluşlardan araştırmak, bu sahada uzman bilirkişi görüşünden de yararlanılmak suretiyle” hesaplanacaktır.
Munzam zarar talepli dava açıldığı takdirde, mahkeme dosyayı bilirkişiye tevdi etmek suretiyle munzam zararın varlığını araştıracaktır.
Munzam Zarar ve İspat Konulu Yargıtay Kararları
Munzam zarara ilişkin Yargıtay kararları yıllara göre değişiklik göstermiştir. Yargıtay kararları uyarınca somut ve soyut ispat kuralları yıllara göre benimsenmiş olup munzam zararın ispatına ilişkin güncel Yargıtay kararları uyarınca günümüzde Türkiye’de görülen yüksek enflasyon sebebiyle artık somut ispat kuralının uygulanmasından vazgeçilmiştir.
2025 yılında verilen Yargıtay kararları ile somut ispat kuralının uygulamadan kalktığı, yüksek enflasyon sebebiyle munzam zarar talepli davalarda somut ispat kuralının takip edilmesinin hak ihlali olacağı yönünde içtihat değişikliği oluşmuştur.
Bunun yanı sıra Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru sonucunda sıkı ispat hususundaki katı yorum sebebiyle hak ihlâline neden olmamak düşüncesiyle munzam zararın somut delillerle kanıtlanması gerektiği uygulamasından vazgeçilmiştir. Faiz oranları ile getirilerinin temerrüt faizden fazla olması halinde munzam zararın varlığına karine olarak kabul edilmektedir.
Yine HMK m.187/2. Maddesi uyarınca, herkesçe bilinen vakıalarla, ikrar edilmiş vakıalar çekişmeli sayılmaz.
Yargıtay 6. Hukuk Dairesi'nin 2024/3534 Esas, 2025/15 Karar ve 13.01.2025 tarih
"Soyut yöntemde; yaşayan hayatın gerçekleri ve deneyimlerinin zorunlu kıldığı herkesçe bilinen normal durumlar ile fiili karineler başka bir deyişle Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesinde belirtilen genel kuralın istisnaları şeklinde ispat yükünü ortadan kaldıran olgular, ispat hukuku açısından alacaklı lehine değerlendirilir. Ülkemizde seyreden hiper enflasyon nedeniyle bireyin parasının değerini sabit tutmak ve kazanç sağlamak için çaba ve girişimlerde bulunmak, örneğin en azından vadeli mevduat, altın, devlet tahvili, döviz gibi yatırımlarda değerlendirmesi olayların normal akışına, hayat tecrübesine uygun bir karine olarak kabul edilmesi zorunludur. Enflasyonist ortamda yaşayan normal makul bir insanın parasını atıl bir biçimde tutmayacağı, gelir getirecek bir yatırıma yatıracağı bilinen bir gerçektir. 818 sayılı Borçlar Kanun’un 232 (TBK 187, madde de belirtildiği üzere herkesçe bilinen vakıalarla ikrar edilmiş vakıalar çekişmeli sayılmaz). Yasal deyimle bu maruf ve meşhur vakıaların ispatına gerek yoktur.
Yüksek Enflasyon Dönemlerinde;
Sürekli ve yüksek enflasyonun görüldüğü ülke ekonomilerinde para borcunun zamanında ödenmemesi halinde alacaklının borçluyu temerrüde düşürmesi, borcun ifasının uzun süre alması nedeniyle alacaklı her zaman zarara uğrar. Bu zararın bazı ispat kolaylıkları ile de olsa ispat edilmesi gerekir. Paranın değer kaybetmesi alacaklının mal varlığında bir eksilmeye yol açması halinde alacaklının zararının bulunduğu kabul edilmelidir.
Normal Enflasyon Döneminde;
Normal enflasyon dönemlerinde temerrütten sonra ifa anına kadar paranın değer kaybetmesi kural olarak zararın varlığını göstermez. Enflasyon ülke ekonomisinde süreklilik ve yükseklik arz etmiyorsa bu durumda alacaklının somut olaylarla zararını ispatlaması gerekir.
20.10.1989 gün ve 1988/4 esas 1989/3 karar sayılı İçtihatı Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararında “para her zaman kullanılması mümkün ve temettü meta olduğundan geç ödenmesi halinde zararın varlığı kesindir.” denilerek para borcunu ödemekte geciken borçlunun bu eyleminden dolayı alacaklının zararının doğacağı kabul edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru sonucunda vermiş olduğu, 21.12.2017 gün ve 2014/2267 sayılı başvuru no.lu kararına konu uyuşmazlıkta, başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi ve olağan dışı bir külfet yüklendiği, bu tespite rağmen derece mahkemelerinin başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği yönündeki katı yorumu nedeniyle somut olay bakımından kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine değerlendirilip mülkiyet hakkının ihlâl edildiğine ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmiş olması karşısında, hak ihlâline neden olmamak düşüncesiyle munzam zararın somut delillerle kanıtlanması gerektiği uygulamasından vazgeçilmiş, gelişen ekonomik koşullar, mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin korunması Anayasa Mahkemesi’nin ihlâl kararlarının bağlayıcılığı göz önünde tutularak enflasyon ve buna bağlı olarak döviz kurları, mevduat faizleri, devlet tahvilleri ve diğer yatırım araçlarının faiz oranları ile birlikte getirilerinin temerrüt faizden fazla olması halinde munzam zararın varlığının karine olarak kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir.
Yine Anayasa Mahkemesi’nin 2017-24810 başvuru numaralı 27.11. 2019 tarihli kararında da aynı ilkelere temas edilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 57031/12 başvuru no'lu Suna Denizci/Türkiye hakkında verilen kararda da munzam zararın talep edilebileceği belirtilmiştir.
Yukarıda belirtilen kararlar uyarınca kişinin mal varlığında meydana gelen azalmanın mülkiyet hakkının ihlâli niteliğinde olduğu munzam zarar ispatı konusunda katı ispat kurallarına bağlı kalındığında ihlâl kararları verildiği ve tazminata hükmedildiği yine yüksek enflasyonist dönemlerde borçlunun borcunu ödemeyerek düşük temerrüt faizinden yararlanarak haksız kazanç elde ettiği ve borçlunun borcunu ödememesi, direngen durumda olması nedeniyle mahkemelerdeki dava sayısının hızla arttığı görülmektedir. Bu nedenle yüksek enflasyonist dönemde soyut yöntemin dikkate alınması tüm bu sakıncaları ortadan kaldıracak, adaletin gerçekleşmesini sağlayacaktır. Her somut olayın özelliği de dikkate alınarak bulunulacak zarar miktarının TBK’nun 50 ve 51. maddeleri (mülga BK’nın 42 ve 43 md) kapsamında değerlendirilerek belirlenmesi gerekir."